NASRETTİN
HOCA
Nasreddin
Hoca'nın birbirinden güzel fıkraları bize iyiliğin, dürüstlüğün ve hoşgörünün
yollarını gösterir. Bilgi, görgü ve hikmet dersleri verir. Nasreddin Hoca
konuşmaya başladığında herkes susup onu dinler. Fıkraları dünyanın her yerinde,
duyan herkesi güldürür, düşündürür. Gerçekten bu fıkralar sadece güldürmek için
değil, daha çok düşündürmek, ibret vermek için anlatılır. 13. yüzyılda yaşadığı
sanılan Nasreddin Hoca,
aradan geçen
yüzyıllara rağmen hala içimizde yaşamakta ve herkes tarafından sevilmektedir,
O, bütün
kötülüklere düşman, bütün iyiliklere dost, samimi, dindar ve keskin zekalı bir
insandır Fıkralarını okuyalım, öğrenelim: Az gülelim, çok düşünelim.
iŞE YARAR ŞEY
Bir gece
yarısı derin bir uykuya dalan Hoca'yı, hanımı telaşla uyandırır. Hoca uykulu
uykulu sorar:
- Ne var
hanım? Ne diye uyandırıyorsun beni?
Hanımı:
- Kalksana
efendi der korkulu bir sesle. Aşağı katta tıkırtılar duyuyorum. Eve hırsız
girdi galiba.
Hoca hiç
aldırış etmez;
- Merak etme
hanım der, eğer işe yarar bir şey bulursa gidip alırız elinden!.
DÜNYANIN DENGESi
Hoca'nın, her
sorunun altından kalktığını duyan bir adam:
- Benim
soruma bir cevap bulamaz diye öğünür.
Günlerden bir
gün yolda karşılaşırlar. Adam sorar :
- Hocam der,
söyler misin, sabah olupda insanlar evlerinden çıkınca ne diye hep aynı yöne
gitmezler de kimi o yana, kimi bu yana gider?
Hoca hemen
cevabını verir sorunun:
- Yahu efendi
der, herkes aynı yöne gidecek olursa dünyanın dengesi bozulurdu!.
YEMEĞİN BUGUSU PARANIN SESi
Hoca
Akşehir'de Kadılık vazifesini yürütürken karşısına iki adam çıkmış. Birisi
öteden beri cimriliği ile tanınmış, bir aşçıdır. Öbürü ise boynu bükük bir
fakir. Aşçı sözü almış:
- Hocam
demiş, bu adamdan davacıyım ben. Dükkanın önünde kuru fasülye pişiriyordum.
Tencerenin kenarından buğusu çıkıyordu yemeğin. Bu adam elinde bir somunla
geldi. Kopardığı lokmaları yemeğin buğusuna tutup başladı atıştırmaya. Nihayet
koca bir ekmeği bitirdi. Ondan fasülye buğusunun ücretini istedim, vermedi.
Hoca
anlatılanları dikkatle dinledikten sonra fakire dönüp :
- Doğru mu
bunlar? diye sorar.
- Evet, der
fakir adam.
- Öyleyse
para keseni çıkar bakalım.
Zavallı
fakir, Kadı efendiye karşı gelemez. İçinde üç beş akçe bulunan kesesini hocaya
uzatır.
Hoca bu sefer
aşçıyı çağırır yanına. Keseyi kulağına yaklaştırarak şıngırdatmaya başlar.
Sonra da :
- Haydi der
aldın işte alacağını!
Aşçı: - Nasıl
olur? diye şaşkınlığını belli eder. Paramı
vermediniz
henüz.
Hoca cevap
verir:
- Fazla
uzatma der, yemeğin buğusunu satan, paranın da sesini alır elbet!...
PAPAZIN SAKALI
Kendini
beğenmiş bir papaz çıkar Hoca'nın karşısına.
- Bütün
dünyayı dolaştım, sorularıma cevap
veren kimse
çıkmadı. Bir de sana sorayım Hoca
-
"Söyler misin, kaç tane yıldız var gökyüzünde?"
Hoca cevap
verir :
- Bir eşeğin
kılları kadar...
- Nasıl cevap
bu der papaz, eşeğin kılları sayılır mı hiç?
- Peki der
hoca, gökteki yıldızların sayılabileceğini kim söylemiş?
Papaz:
-İkinci
sorumu bil bakalım. Sakalımda kaç tane kıl
vardır benim?
Hoca yine
cevap verir:
- Eşeğin
kuyruğunda kaç kıl varsa o kadar.
- Nereden
biliyorsun diyecek olur papaz. Hoca şöyle anlatır:
- İnanmazsan
otur şuraya. Sıra ile bir eşeğin kuyruğundan kıl koparalım bir senin
sakalından. Eğer senin yüzün kabak gibi ortaya çıktığında eşeğin kuyruğunda
hala kıl kalırsa senin haklı olduğuna inanırız.
Papaz sus pus
olup sıvışır hemen..
KIYAMET KOPACAKSA
Hoca'ya bir
oyun oynamak isteyen üç beş komşusu:
- Hocam
derler, duyduk ki yarın kıyamet ko
pacakmış. Gel
senin şu kuzuyu kesip yiyelim.
Söyleyene
inanmadığı halde:
- Olur der
hoca, dediğiniz olsun. Bir dere kenarında kızartır yeriz.
Güle oynaya
derenin kenarına gelirler. Kuzu kızartılırken Hoca :
- Haydi der,
ırmağa girip serinleyin biraz. Hava
çok sıcak.
- Hay sağ
olasın Hoca derler. Sen hele kuzuyu kızartıver.
Sonra soyunup
ırmağa girerler neşeyle.
Onlar yıkanıp
eğlenirken hoca hepsinin elbisesini
ateşe atıp
bir güzel yakar.
Adamlar
dereden çıkıpda olanları anlayınca :
- Yahu hocam
derler ne yaptın sen? Şimdi nasıl
döneceğiz
köye?
- Bu kadar
üzülmeyin canım der hoca gülerek.
Nede olsa
yarın kıyamet kopacak. Elbiseye ne gerek
var..
MARİFET KAVUKTA MI?
Adamın biri
kargacık burgacık yazılarla dolu bir
mektup
getirir Hoca'ya:
- Hocam der
şunu okuyuver Allah aşkına.
Hoca mektuba
dikkatle bakar. Yazı o kadar kötü ve karışıktır ki okumak mümkün değil.
- Al der, ben
bu yazıyı okuyamadım!
Adam birden
sinirlenir:
- Yahu der,
ne biçim hocasın sen! Kocaman kavuğundan bari utan. Bir mektubu bile
okuyamadın!
Bu sefer
sinirlenmek sırası Hoca'ya gelir. Kavuğunu çıkartıp adamın kafasına geçirerek:
- Haydi der,
marifet kavuktaysa sen oku da görelim!
ONUN ÜSTÜ DAHA KiRLi
Hoca'nın
hanımı dere kenarında çamaşır yıkarken bir karga gelip sabunu kapmış. Zavallı
kadın :
- Aman hoca
demiş, karga sabunu kaçırıyor!
Hoca:
- Be hanım
demiş, bırak götürsün. Onun üstü bizimkinden daha kirli....
EV SECDEYE GİDERSE
Uzun bir
yolculuğa çıkan Hoca bir akşam üstü
eski bir hana
iner. Han o kadar yıkık döküktür ki nereye baksan zangır zangır titriyor. Hoca
:
- Yahu hancı
efendi der, bu nasıl ev böyle. Şunu
doğru dürüst
tamir ettirsen olmaz mı? Her köşesinden bir ses geliyor.
Hancı oralı
olmaz hiç.
- Aldırma
hoca der, bizim ev biraz derviş tabiatlıdır. Devamlı Allah'ı zikreder.
Hoca bunları
da duyunca artık dayanamaz :
- Hele der,
ver şu aldığın paramı da çekip gideyim burdan. Ne olur, ne olmaz. Belki senin
derviş
evinin aklına
secdeye kapanmak gelir?
SANATIN YARISI
Nasreddin
Hoca çocukken onu bir terzinin yanına
çırak olarak
vermişler. Aradan altı yedi ay geçmiş.
Bir gün
anacağı çocuğu yanına oturtup:
- Anlat
bakalım oğlum demiş bu kadar aydır
gidip
geliyorsun. Ne öğrendin ustandan?
Küçük
Nasreddin kocaman gözlerini anasına
dikip:
- Anam diye
cevap vermiş. Dualarının bereketiyle
terzilik
sanatınının yarısını öğrendim. Artık dikilmiş
şeyleri
güzelce sökebiliyorum. Şimdi iş sökülmüşleri
dikmeye
kaldı. Ama sabredip onu da öğreneceğim,
hiç merak
etme sen...
SESiMiN GiTTiĞi YER
Bir gün
Hoca'yı bütün gücüyle koşarak ezan okuyor gören komşuları iyice şaşırmışlar.
Birisi :
- Yahu hocam
demiş, nasıl iş bu?... Ardından atlı
mı kovalıyor
seni!
- Hayır demiş
Hoca. Sesimin nereye gittiğini anlamak için koşuyorum...?
YALANCI ŞAHiTLE HOCA'NIN EŞEĞi
Hoca şehrin
kadısını ziyarete gitmiş. Eşeğini de
mahkeme
kapısının önüne bağlamış. Bu sırada yalancı şahitlik suçundan ceza alacak bir
adam getirmişler. O devirde böylelerine verilen ceza, bir eşeğin sırtına ters
oturtulup çarşı pazar dolaştırılmakmış. Kadı Efendi hocadan eşeğini vermesini
rica etmiş. Yalancı şahidi Hoca'nın eşeğine
bağlayıp
götürmüşler. O gün akşama kadar eşeğini
beklemek
zorunda kalmış Hoca.
Bir başka gün
yine Kadı Efendiyi ziyarete gelmiş
Hoca. Yine aynı
adamı yalancı şahitlik suçundan getirmişler. Hoca dayanamamış:
- Yahu demiş
bana baksana sen. Ya yalancı şahitlikten vazgeç, ya da kendine bir eşek satın
al!.
HALEP ORDAYSA ARŞIN BURADA
Palavracının
biri başına topladığı üç beş cahile
karşı övünüp
duruyormuş:
- İşte ben
böyle güçlü ve maharetli bir adamım.
Evet ben
Halep'te bulunduğum sıralarda altmış arşın uzağa atlamış bir kimseyim!...
Hoca da bu
sırada oradan geçiyormuş. Palavracının yanına yaklaşıp:
- Yaa demiş
demek sen altmış arşın atlarsın.
Haydi atla da
görelim.
Adam hık mık
etmiş. "Ama demiş ben Halep'te
atladım..."
Hoca kızmış:
- Canım
demiş, Halep oradaysa arşın burada!?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder